14. Filmekimi’nde Kaçırılmaması Gereken Filmler
Ekim ayını adıyla pekiştiren en güzel festivallerden olan 14.sü düzenlenen Filmekimi 3-11 Ekim tarihlerinde İstanbul dışında 5 şehre daha uğrayacak. 2011 yılından beri İstanbul haricinde gittiği şehirlerde büyük bir ilgiyle karşılanan festival Ankara, İzmir, Bursa, Edirne ve Trabzon’da sinemaseverlerle buluşacak. Tarihler şöyle : Ankara Büyülü Fener Kızılay Sineması’nda 2-4 Ekim’de; İzmir Karaca Sineması’nda 9-12 Ekim’de; Trabzon Atapark Avşar Sinemaları’nda 16-18 Ekim’de; Bursa Cinetech Korupark Sinemaları’nda 23-25 Ekim’de ve Edirne Cinemarine Sinemaları Margi Outlet’te 23-25 Ekim’de gerçekleşecek.
Her yıl olduğu gibi dünyadaki büyük Cannes, Venedik, Berlin film festivallerinden seçtiği 47 film ile sinemayı severlere harika bir seçki hazırlamış görünüyor. Bende bu listeden kendimce hoşunuza gidecekleri listemeye çalıştım. Sinefiller en önden yerini ayırtsın.
Birçok listedeki gibi yapıp The Lobster ile başlamayacağım.
Microbe et Gasoil (2015) – Michel Gondry
Kendi perspektifini sinemaya doğal yollarla bırakmaya çalışan Michel Gondry birçok film, müzik videosunun yeni baştan yaratan yönetmen bu sefer bizi çocukluğuna götürüyor. Fransa’nın Versailles şehrinde geçirdiği çocukluğundan esinlendiği “Microbe & Gasoline” iki genç çocuğun hikayesini anlatıyor. Ev yapımı bir karavan ile Fransa’da dolaşan Microbe ve Gasoline zamanla yakın arkadaş oluyorlar. Microbe’un minik ve çalışkan olması, Gasoline’in ise tek başına araba tamir etmesi yeteneğiyle birleşiyor. Okul bitiminde ise tekerlekli bir ev ile yollara koyulmalarını gösteren yapımda başına geçen macereları ve karşılaştıkları ilginç tiplerle muhabbetlerini anlatıyor. Birde bonus oyuncu olarak Audrey Tautou’i de izleyeceğimizi söylemeden geçmeyeyim.
The Lobster (2015) – Yorgos Lanthimos
Şimdiden festivalin en çok beğenenlerinden olacağını düşündüğümüz “The Lobster“a geçelim. Dogtooth, Alps gibi filmlerde aklımızı karıştırıp dünyaya getirdiği eleştirilerle şaşırtan yönetmen Yorgos Lanthimos. Bu sefer ülkesinin dışına çıkarak distopya, kara mizah ve endişeyi konu aldığı başrollerinde Colin Farrell, Rachel Weisz, Lea Seydoux, Ben Whishaw gibi sağlam oyuncularla politikayı da ele alan yapıtı “The Lobster“la Cannes Jüri Ödülünü almayı başardı.
Knight of Cups (2015) – Terrence Malick
Badlands, Thin Red Line, The Tree of Life gibi sağlam filmlerle kendini ispatlamış yönetmenler arasına giren Terrence Malick bu sefer karşımıza romantizm ve drama yüklü bir filmle geliyor. İlk gösterimini Berlin Film Festivali’nde yapan “Knight of Cups“, Los Angeles’ta yaşayan ve etrafındaki etkinliklere bir anlam veremeyen Rick (Christian Bale) adında senaryo yazarının Hollywood’a bağlılığını konu alıyor. Etrafında geçen partilerden, gerçeklikten uzaklaşarak nasıl ayartıldığını, paraya, şöhrete ve aşırılığından kurtulmak isteyen aşkını arayışını farklı bir biçimde sinemaya sunuyor. Başrollerinde ise Christian Bale, Cate Blanchett, Natalie Portman gibi oyuncular olan filme biletinizi almayı unutmayın.
Mistress America (2015) – Noah Baumbach
Yaptığı bağımsız filmler ile tanıdığımız yönetmen Noah Baumbach ile Frances Ha’nın hem başrolü hemde ortak senaristi olan Greta Gerwig’in birlikte çalışmaya devam ediyor. Aralarındaki kimya ise Woody Allen – Diane Keaton arasındaki ilişkiye benziyor. Bu yapımda beraber çalıştıkları üçüncü, ortak kaleme aldıkları ikinci film olarak dikkat çekiyor. Gerwig filmde New York şehrini iyi bilen günlük yaşamını onun hareketine ve eğlencesine ayak uyduran Brooke adlı bir kızı canlandırıyor. Mozart in the Jungle dizisi ile yükselişine devam eden Lola Kirke ise üniversiteye yeni başlamış. Henüz birçok olayı yaşamamış Tracy adlı bir karakteri oynuyor. “Mistress America” Tracy ve Brooke iyi anlaşır duruma gelirken zaman içinde Tracy, Brooke’un umutsuz yakarışlarından sıyrılmaya çalışmasını ele alıyor. Baumbach ile Gerwig arasında senaryo oyunları ve sivri dilli diyalogları arasında geçen bu filmi listenize ekleyin.
Me and Earl and the Dying Girl (2015) – Alfonso Gomez-Rejon
Sundance Jüri Büyük Ödülü, İzleyici Ödülü kazanarak festivalin en beğenilen filmlerinden olan “Me and Earl and the Dying Girl” Filmekimi’nde öne çıkacağını rahatlıkla öngördüğüm filmler arasında. Yönetmenlik koltuğuna pek deneyimi bulunmamasına rağmen Martin Scorsese, Nora Ephron, Alejandro Gonzalez Inarritu gibi usta isimlerin yanında geçirdiği kişisel asistanlık yaşamına en sağlam girişi bu şekilde yapmış görünüyor. Filmde Greg, ergenliği ve okulun getirdiği kaygılar ile baş ederken lise son sınıfta bunlardan uzak durmaya çalışarak kimseye bulaşmadan bitirmeyi amaçlıyor. Zamanını ise yardımcısı Earl ile klasik filmlere parodiler hazırlamakla geçirirken, bir gün annesinin zorlamasıyla kanser olan lise arkadaşına yardımları sırasında macera başlıyor. Duygulu ve mizahi anlayışıyla dengeyi iyi kavrayan filmi merak edeceğinizden şüphem yok.
2005’te eve internet girdiğinden beri araştırıyorum. Yeni konular öğreniyorum.